2 Ocak 2011 Pazar

çok merak ediyodum Abant’ı… geldim gördüm. ormandır göldür temiz hava oksijenli falan.. lakin arkadaş metropol insanıyız alıskın değiliz doğaya falan. bak 3 gün fazla oksijen tükettim vücud isyan etmeye başladı, can sıkıntıları tavanda. ilk geldiğimde “aaaaaaaaaaaaa mınakoim ne güzel memleket lan oh mis ben burda yaşarım” diyordum kiiiiiiiiiii, dedğimle kaldım. otel iyi güzel hoş yemekler falan fevkalade, odam vardı misler gibi yatıyodum. taaa ki bayram gelene kadar, e tabi bayram demek otel için müşteri demek, sikler mi adam seni rehber parçası odada kalacak diye 1 kişi zarar etsin. çıkardılar tabi odadan, ama tatlı dille, güler yüzle, ey ceylan gözle.. neyse sana kat ofiste yer verecez hazırlanıyo falan dediler, adı kat soyadı ofis olunca tabi gözümde böyle çalışma masalı, efendime söylim kahve makineli bi yer canlandı, taam ya sorun değil uyar bana dedim. şuan kat ofisteyim, beyaz fayanslı, üstüste koyulmus 3 yataklı, yattğım yerin 5 adım ilerisinde (saydım) banyo, hemen sağ tarafında wc. yani odada 3 kişiyiz, ben wc ve banyo.. he bi de florasan gerçeği var, yanıp yanıp sönen ya da sönüp sönüp yanan diyim.. şimdi kafanızda canlandırabilmeniz için iyilerinden şöle irilerinden bi örnek vereyim, hani testere filminde böle florasanlı fayanslı bi odada sahne vardı ( saw 1 de ilk sahne ayaklarından kelepçeli 2 adam,1 de olabilir ama 2 adam vardı), heh işte o odanın aynı, pencere yok…
laptopun şarjı bitiyo, priz de yok… müşkül durumdayım arthur..